Elektronik Kitap Okuyucular Disleksi ile Mücadelede Etkili Olabilir mi?

Fotoğraf: OpenDyslexic Facebook Sayfası

Elektronik Kitap Okuyucular Disleksi ile Mücadelede Etkili Olabilir mi?

Kitaplara ya da diğer yazılı materyallere dijital ortamlardan erişmek ve okumak düşüncesi uzun süredir insanların yaptığı bir şey olsa da, 1997 yılında geliştirilmiş olan e-ink teknolojisiyle başka bir hal aldı. Yazılı materyalleri bilgisayarımızın ekranından veya cep telefonumuzdan okumanın gözlerimizde pek de hoş bir etki yaratmadığını hepimiz farketmişizdir. E-ink teknolojisi tam da bu ihtiyaca cevap vermek için tasarlanmış, düşük güç tüketimli, güneş ışığı altında yansıma yapmaksızın kolayca okunabilen ekranlardır. Geliştirildiği günden bu güne çokça mesafe kat eden e-ink teknolojisi e-kitap devrimine öncülük ediyor ve bugün kitapseverlerin vazgeçilmezi olma yolunda ilerliyor. Öyle ki, Amazon ürettiği Kindle e-kitap okuyucular için “Kağıttan sonra en önemli icat.” gibi bir slogan kullanmıştı.

Elektronik kitap okuma deneyimi üzerine elbette çok şey söylenebilir. Ancak biz bu yazıda elektronik kitap deneyimine bir başka açıdan bakacağız. Bildiğimiz üzere disleksi; en kısa tabiriyle özgül öğrenme güçlüğü kapsamında değerlendirilen bir okuma güçlüğüdür. Disleksik bireyler normal veya normal üstü zekaya sahip olmalarına rağmen yavaş veya birçok kelimeyi yanlış seslendiren bir okuma becerisine sahip olabilirler. Peki ya elektronik kitap okuyucuların disleksik bireylerin okuma deneyimlerine ne gibi bir etkisi olabilir? Elektronik kitap okuyucular (Amazon Kindle, Kobo, Calibro vs.) epub (=veya mobi) olarak ifade edilen bir dosya formatı kullanırlar. Bu format değiştirilemez pdf formatının aksine elektronik kitap okuyucu üzerinden font, yazı puntosu, satır arası boşlukların kolayca değiştirilmesini sağlar. Tüm bunların yanı sıra birçok elektronik kitap okuyucu içerisinde bir sözlük yüklü olarak gelir, anlamı bilinmeyen sözcük işaretlendiği zaman açılır bir pencerede sözcüğün anlamı görüntülenebilir. Bu özellikle yabancı dilde yapılan okumalarda oldukça kullanışlı ve okuma deneyimini olumlu yönde etkileyen bir faktördür.

Daniel Britton’un disleksi farkındalığı yaratmak için tasarladığı font.

Disleksik bireylerin yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek veya sorunlara çözümler bulmak amacıyla birçok elektronik girişim oldu. Disleksik bir tasarımcı olan Daniel Britton, disleksi farkındalığı yaratmak ve disleksik bireylerin okurken nasıl hissettiğini anlatmak için harflerin formlarını eksilterek disleksik olmayan bireylerce okunması zor bir font elde etti. Bu girişimin tersi yönde disleksik bireylerin okuma deneyimini geliştirmek için bir başka font girişimi daha var. OpenDsylexic ekibi her biri farklı formda, daha geniş aralıklı bir font tasarladı.

Elektronik kitap okuyucularda font değişiminin disleksik bireylere nasil bir etkisi var?

Bir e-kitap okuyucu üzerinde, Brookerly fontu.
Aynı bölümün OpenDyslexic fontu ile görünümü.

Son zamanlarda piyasaya sürülmüş olan birçok elektronik kitap okuyucu OpenDyslexic isimli bir font içerir. Bu font disleksik bireylerin okumalarını zorlaştıran kimi durumları önlemek için tasarlanmış benzersiz harf formlarına sahip bir yazı fontudur. Elektronik kitap okuyucuya yüklenen her kitap bu fontla okunabilir. Disleksik bir birey olan ve Adult Dyslexia Organisation topluluk üyesi olan Ian Hurst yazısında bu yazı fontuna birkaç bölümde alıştığını ve onsuz bir e-kitap deneyimi hayal edemeyeceğini söylüyor.

Her ne kadar disleksik bireylerin söylemlerinden OpenDyslexic fontunun disleksik bireylerin okuma deneyimini iyileştirdiği sonucuna varsak da bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışmaya rastlayamıyoruz. 2010 yılında Hollanda’da (University of Twente) yapılan bir araştırmada yine disleksik bireyler için tasarlanmış bir başka font olan Dyslexie isimli fontun okuma deneyimine etkisi 21 disleksik bireyin katılımıyla deneysel bir çalışma ile araştırılmış. Ancak araştırmanın sonuçlarında Dyslexie fontu ile Arial fontu arasında anlamlı bir farka rastlanmamış.

Yapılmış olan bu araştırma sonucuna dayanarak fontun işlevsiz olduğunu söylemek elbette ki güç. Araştırmada belirtildiği üzere, deney üniversite öğrencileri üzerinde yürütülmüş. Eğitim düzeyi yükseldikçe disleksik bireylerin daha iyi okuma becerileri geliştirildiğini gösteren birçok araştırma sonucuna istinaden, bahse konu araştırma ile daha küçük yaştaki disleksik bireylerin font-okuma hızı/doğruluğu konusunda yorum yapmak mümkün değil. Bunun yanı bireylerin Dyslexie fontu ile bir ön çalışma yaptıktan sonra okuma deneyimlerine nasıl bir etkisi olduğu konusunda da bilimsel verilere sahip değiliz. Bu konunun bilimsel verilerle desteklenmeye ihtiyacı var.

 

 

Disleksi: Mitler ve Gerçekler

Mit: Zeki insanlar dislektik olmazlar, dislektikler aptaldır.

Gerçek: Disleksi ve zeka birbiriyle ilişkili değillerdir. Dislektik bireyler normal veya üstü zekaya sahiplerdir. Birçok dislektik birey parlak bir zekaya sahiptir ve dislektik olmayan yetişkinler yaratıcılardır.

Mit: Disleksi nadirdir.

Gerçek: 30 yıldır yapılmış olan araştırmaların kanıtlarına göre disleksi yaygındır. Ve çocukları etkileyebilecek en yaygın öğrenme bozukluğudur. Yaygınlığı dilden dile göre değişmekle birlikte Amerika’da yapılan araştırmalarda %20, her 5 insandan 1’i,  gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Mit: Disleksi zamanla geçer, atlatılır.

Gerçek: Disleksi yaşam boyu süren bir bozukluktur. Fonolojik becerilerin ilköğretim başlangıcından lise sonuna dek yıllık ölçümü bozukluğun yetişkinlikte de sürdüğünü göstermiştir. Buna rağmen dislektik bireyler kesinlikle okuma-yazma öğrenebilirler.

Mit: Disleksi daha iyi hale getirilemez, doğuştan ve süreklidir.

Gerçek: Disleksi yaşam boyu süren bir bozukluk olduğu halde, erken ve verimli müdahale ile öğrenci başarılı olabilir. Disleksinin yarattığı kimi olumsuzluklar (olumsuz benlik algısı gibi) önlenebilir.

Mit: Disleksi erken tanılanamaz.

Gerçek: Disleksi uzmanlar tarafından çocuk 5 yaşındayken kesin bir biçimde tespit edilebilir. Erken tanı konulması çocuğun daha hızlı bir şekilde yardım almasını sağlar ve oloumsuz bir benlik algısı geliştirmesini engeller. Bu noktada ailelerin ve özellikle okul öncesi öğretmenlerinin disleksinin belirtilerini bilmeleri önem taşır.

Mit: Disleksi bir hastalıktır.

Gerçek: Disleksi medikal bir sorundan kaynaklanmaz. Disleksiyi iyileştirebilecek bir ilaç tedavisi yoktur.

(Sanırım ülkemizdeki en yaygın yanlış bilgilerden birisi bu. Özellikle medyada bilgisiz kişiler tarafından yazılmış haberlerde “disleksi hastalığı” ifadesi sıkça kullanılıyor. Bir kez daha altını çizelim: Disleksi bir hastalık değildir.)

Mit: Dislektik bireyler fonolojik engellerini görsel/uzamsal zekalarının yüksek olmasıyla telafi ederler.

Gerçek: Bu konuda yapılmış sistematik araştırmalar küçük kanıtlar sundular ancak, tam olarak doğru olduğu iddia edilemez.

(Medyada yaygın yanlış bilgilerden birisi de bu, medyadaki haber başlıklarında şu tip içeriklerle karşılaşıyoruz, “Dahilerin hastalığı disleksi” neresinden tutarsak tutalım yanlış bir başlık. Disleksinin bir hastalık olmadığına zaten değinmiştik. Ancak her dislektik çocuğun bir dahi potansiyeli taşıdığını düşünmek yanlıştır.Dislektik çocuklar normal veya normal üstü zekaya sahiplerdir. Dislektik bireylerin herhangi bir zeka sorunları olmadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Ancak her dislektik çocuk üstün zekalı değildir.)

Mit: Disleksi görsel bir algılama sorunudur, harfleri veya kelimeleri ters görürler.

Gerçek: Disleksi gözlerle ilgili bir problem değildir. Dislektik bireyler yazarken sağ ve sol kavramlarındaki karışıklıktan ve okurken yaşadıkları zorluktan ötürü kimi harfleri ya da kelimeleri ters (ayna görünütüsü şeklinde) yazabilirler.

Disleksinin bir görme bozukluğu olmadığı Albany Üniversitesi’nde Profesör Vellutino tarafından kanıtlanmıştır. Dislektik ve dislektik olmayan Amerikan öğrencilerinden daha önce görmedikleri bir dizi İbrani alfabesi harfini yazmalarını istemiştir. Dislektik öğrenciler harfleri dislektik olmayan öğrencilerle aynı ölçüde doğru yazmışlardır.

Bu yazı yazılırken Debunking the Myths about Dyslexia
yazısından faydalanılmıştır.

 

 

Disleksi nedir? Belirtileri nelerdir?

Geçtiğimiz günlerde nprEd'in Unlocking Dyslexia yazı dizisini 
çevirmeye başlamıştım. 
(Disleksi: Milyonlarca insanda var ama Çok Azı Anlıyor ve 
Dislekside başarı ve hüsran hikayeleri)
Bunun üzerine disleksiyi daha genel bir şekilde ifade eden ve 
sınırlarını anlatan bir yazıya gereksinim olduğunu düşündüm. 
Bu yazıda

Disleksi nedir?

Disleksi, Özgül Öğrenme Güçlüğü başlığı altında kategorize edilmiş, ortalama veya üstü zeka kapasitesine, gelişmiş soyut düşünme becerisine  rağmen, yazma ve okuma becerilerinde sınırlılık, ihtiyacı olan eğitimi almasına rağmen düşük akademik başarı olarak yansıyan, nörolojik kaynaklı bir öğrenme güçlüğüdür.

İlk olarak 1896’da Morgan tarafından “kelime körlüğü” olarak tanımlanmıştır. Morgan yazma ve okuma becerilerinde sınırlılığı olan ancak matematiksel becerileri iyi olan bir öğrenci ile çalışması sonrasında çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Daha sonra Kirk tarafından Öğrenme Güçlüğü kavramı kullanılmıştır. Öğrenme Güçlüğü kavramı, aslında bu bireylerin özel eğitime ihtiyaç duymayan bireylerden daha farklı öğrenme yöntem-tekniklerine ihtiyaç duyduklarını ifade eder.

Disleksinin erken belirtileri

Genellikle alan yazınında Özgül Öğrenme Güçlükleri (disleksi, diskalkuli, disgrafi) erken belirtileri benzer olarak gösterilir, bu yazıda da 2013 Celebral Palsy Symposium‘da ve İnönü Üniversitesi’nde yayınlanmış bir makalede belirlenmiş olan belirtileri tekrar edeceğiz;

  • Geç konuşma
  • Nesneleri isimlendirmede güçlük yaşama
  • Sözcük-hece çevrimi yapmak (mavi-vami veya sifon-fison)
  • Harf-ses ilişkisini öğrenmede güçlük
  • Kimi harflerin ters yazımı
  • Dikkat-konsantrasyon sorunları
  • Yer-yön kavramlarını karıştırma (Sağ-sol, aşağı yukarı)
  • Dizi bellekte gecikme (Sıralı kelimeleri saymakta zorluk, günler, aylar, alfabe vb.)
  • Motor bozukluklara bağlı olarak sakarlık. (Yaş arttıkça ve motor beceriler desteklendikçe dislektik çocukların yetkinleştiği belirtilmiştir.)

Disleksinin tedavisi nedir?

Disleksinin belirlenmiş, net bir tedavisi yoktur. Erken tanılama, yoğun eğitim, olumlu aile-çevre ortamı bireyin sorunları aşmasında en çok etkisi olan etmenlerdir. Becerilerin geliştirilmesinde bireyin iyi tanınması, disleksiye diğer bozuklukların (Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu vs.) eşlik edip etmediğinin bilinmesi ve buna göre nitelikli bir eğitim sunulması oldukça önemlidir.

Erken tanı önemlidir

Dislekside erken tanı, çocuğun akademik başarıya ulaşması ve olumlu bir kişilik geliştirebilmesi açısından kritik önem taşır. Aile, veya öğretmenler genellikle ilköğretim döneminde bozukluğun farkına varırlar. Ancak ilköğretim dönemi, dislektik bireyin eğitim çalışmalarına başlamak için geç olabilir. Öğrenci bu süreçte, düşük akademik başarı sebebiyle okula ilgisizleşebilir, sosyal ilişkileri bozulabilir, olumsuz bir benlik geliştirebilir. Bu sebeple ailelerin ve okul öncesi öğretmenlerinin konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmaları ve erken dönem belirtilerini izlemeleri gerekir.

Ne yapmalı?

Disleksi zaman içerisinde bireyin kendi kendine aşabileceği bir güçlük değildir. Eğer birey tanılanmaz ve bu yönde destek eğitimi almazsa yaşam kalitesini düşürecek birçok etkenle karşı karşıya kalma riski altındadır. (Girişte bahsettiğim yazılarda dislektik olduğunu yetişkinliğinde farkeden insanların söyledikleri de yer alıyor.) Bu yüzden eğer bireyin dislektik olduğu düşünülüyorsa, öncelikle bir psikiyatrist tarafından tanılanması gerekir. Tıbbi tanı aile öyküsü, eğitim öyküsü ve kimi testler sonucunda alınır. Tıbbı tanı alındıktan sonra bireyin ihtiyaçlarına göre hazırlanmış bir Bireysel Eğitim Programı (BEP) çerçevesinde eğitim-destek alması sağlanır.

 

Dislekside başarı ve hüsran hikayeleri

Bu yazı nprEd‘in Unlocking Dyslexia yazı dizisinin ikinci yazısı olan Personal Stories of Frustration and Success (Mayra Linares) yazısından çevrilmiştir. Yazı dizisindeki diğer yazıları ilerleyen günlerde çevirmeye çalışacağım.

LA Johnson/NPR

“Bugün 50 yaşındayım ve radyoda öykünü dinlediğim zaman hiç beklemediğim halde ağladım.”

Portland’dan Scott Walker geçtiğimiz hafta disleksi hakkında yazdıklarımız sonrası bize ulaştı.

“Biliyorum, komik gelebilir ama 50 yıl süren bir mücadele sonrasında, beni gerçekten anlayan birileri vardı.” Walker, Gabrielle Emanuel’in söylediklerini dinlerken söylenenlere aitlik duygusu hissettiğini söylüyor.

Ve elbette ki yalnız değil. Twitter’a, Facebook’a, mail kutularımıza yorumlar yağdı. Al Guillermo Facebook mesajında, “Her cümlede zorlandığımda insanlar beni “pek de zeki değil” diye etiketliyorlardı.” Hala devam eden kolay metinleri dahi okurken verdiği mücadeleyi ve toplum içinde konuşurken yaşadığı paniği açıkladı. “Okumak ve doğru hecelemek için çok çalıştım. Kimi insanlar üçüncü sınıf öğrencisi için bunu kolay bir iş olarak düşünebilirler ama ben asla tam olarak hakim olamadım.”

Jo Roberts, emekli bir özel eğitim öğretmeni, dislektik öğrencilerine bir şeyler öğretmek için harcadığı çabayı anımsıyor: “Çok küçük bir köy okulunda, beşinci ve altıncı sınıf öğrencileriyle, düello olarak adlandırdığımız bir oyun oynardık. Birbirlerini düelloya davet ederlerdi ve kelimeyi doğru okuyan, yanlış okuyanın kartını alırdı. Açıkçası kontrolüm altında değildi ve sınavlara yönelik bir çalışma değildi. Ama işe yarıyordu.”

Rice Üniversitesi’nde fakülte üyesi olan Junia Howell yükseköğrenim deneyimlerini paylaşıyor: “Ağır bir dislektiktim. Lisedeyken neredeyse ikinci sınıf öğrencisinin okuma kabiliyetine sahiptim. Özel ders aldığım öğretmenlerim sayesinde mezuniyet konuşmasını yapan kişi oldum. Lisans öğretimimi ve yüksek lisans öğretimimi tamamladım. Ve Sosyoloji doktoramı bitirmeme sadece birkaç ay kaldı. Durumumun ciddiyeti göz önüne alındığında, yolculuğum boyunca disleksiyi anlatmak ve disleksi hakkındaki yanlış anlaşılmaları düzeltmek için gönüllü oldum.”

Bu süreçte kimi uluslar arası dönütler dahi aldık. İsviçre’den Lindy yetenekli piyano öğrencilerinden disleksisi olan biriyle yaşadığı deneyimleri aktardı: “Birçok şey üzerine çalıştık, kimi oyunlar oluşturmak vs. ama yaptıklarımız, ona okulda bir okuma uzmanı yardımcı olana dek işe yaramadı.”

Seattle’dan Mike Wolfe da okumayla yaşam boyu süren mücadelesini paylaştı bizimle. Söylediğine göre 32 yaşına gelene kadar herhangi bir tanı konulmamış kendisine. “Bu tanı, disleksinin İngiliz diline yaptığı küçük çarpıtılmış şeylere gülmemi sağlıyor.” Örneğin “globe” yazmak isterken yazdığı şey “glob” oluyor.

Bazen disleksi onu güldürüyor evet, ama “bazı günler okumaya çalıştığım her şeyi karmakarışık hale getiriyor. Ama daha çok, başa çıkma stratejilerim sayesinde durumun üstesinden gelebiliyorum.”

Disleksi: Milyonlarca İnsanda Var ama Çok Azı Anlıyor

Bu yazı nprEd‘in Unlocking Dyslexia yazı dizisinin ilk yazısı olan Millions Have Dyslexia, Few Understand It (Gabrielle Emanuel) yazısından çevrilmiştir. Yazı dizisindeki diğer yazıları ilerleyen günlerde çevirmeye çalışacağım.

LA Johnson/NPR

Dünyanın en kolay kelimesini okuyamıyor olman sinir bozucu.”

Thomas Lester bir kitabı alıyor ve rastgele bir sayfasını açıyor. Bir kelimeyi gösteriyor: galloping.

“Goll—. G—. Gaa—. Gaa—. G—. ” Denemeye devam ediyor. Kelimenin geri kalanı içinde bir yerlerde, ama çıkaramıyor bir türlü.

Yapamıyorum… Vazgeçtim.” Kitabını fırlatıyor, kitabı masa boyunca kayıyor.

Kolay kelimelerde zorlanmasına rağmen Thomas -dördüncü sınıf öğrencisi- parlak bir çocuk.

Aslında bu disleksinin sıkça yanlış anlaşılan tarafı: Disleksi algı sorunları, ya da düşük IQ, ya da iyi bir eğitimden mahrum olmakla ilgili değil. Okurken gerçekten zorlanmak ile ilgili bir durum.

Disleksi, Amerika Birleşik Devletleri’nde en yaygın öğrenme bozukluğu. Milyonlarca insanın yaşamına dokunuyor, ben ve Thomas dahil olmak üzere. Tıpkı thomas gibi ben de çocukluğumun çoğunu okuma dersinde küçük bir sandalye üzerinde harcayarak geçirdim.

Bugün Thomas, hocasıyla birlikte Washington’un kuzeybatısında bir ofiste çalışıyor. Ofisleri adeta şişkin yastıklar ve beyaz kanepeler cenneti. Bekleme salonunda, kıvırcık saçlı bir çocuk, parmağını emiyor, annesi sessizce bir dergiyi okuyor.

Ofisin arka kısmında -Lindamood Bell Okuma Merkezi- Thomas kolunun uzanabildiği her şeyden huzursuzlanıyor.

Tamamdır. Sana birkaç havaya yazma kelimesi vereceğim.” diyor hocası Thomas’a, hızlı bir şekilde, sanki Thomas’ın doğru hızda okumasını cesaretlendirerek. Ve ilk kelimesini yüksek sesle harf harf veriyor: “C-O-R-T.”

Thomas harfleri işaret parmağıyla, özensizce yazıyor havaya.

Sonra öğretmen soruyor: Ortadaki iki harfi nasıl seslendirirsin? “Eer? Aar?”

Thomas havaya karaladığı kelimelerden kalan görsel imgelerden her ne kaldıysa onlara şaşı halde bakıyor. Sonra hevesle atılıyor: “Or!”

Bir sonraki alfabe dersine gitmeden önce, gerçek bir heyecanla “İyi iş!” diye cevaplıyor hocası.

Thomas’a benim de bir sorum var: Dislektik olmak nasıl bir şey?

Thomas huzursuzluğunu dindirerek: “Zor.” duraklıyor, “Çok zor.”

9 yaşında, okumada zorlanıyor, ama kitapları seviyor. Ona bir sesli kitap verin, ve kitabı “Audible’da 10.000 kez falan” dinleyecektir.

Thomas’ın annesi Geva Lester, Algı düzeyi 13 yaşında bir çocuk gibi olduğunu, Harry Potter’ı anlayabildiğini, ama okuyamadığını söylüyor. Lindamood Bell Okuma Merkezi’ne gelmeden önce, Thomas’ın “See Spot run” gibi basit bir cümleyi okumakta zorlandığını görünce paniğe kapılmış.

Onunla birlikte okumayı denediğini anımsıyor, Birinci sayfada okuyabildiği “There.” kelimesini ikinci sayfada da görüyor ve ne anlama geldiği konusunda bir fikri olmayabiliyor.

Thomas ve annesiyle orada otururken, kimi yollarla -hala da yaptığım- şeyleri anımsıyorum.

Çocukken disleksim sıkı saklanan bir sırdı. Anaokulundayken, içinde yalnızca bir okuma uzmanı ve ısıtıcının olduğu küçük bir odada çalışmak için sınıftan çıkardım. Malzeme dolaplarıyla çevrili koridorda yürürken kimsenin beni farketmeyeceğini umarak, kimseyle göz teması kurmadan yürürdüm.

Ortaokuldaysa resimli kitapları okumak konusunda dahi sorun yaşardım. Okulda okuyormuş rolü yapar, sonra eve gelince kitaplarımı iki katı hızda kasetlerden dinlerdim. Yaz boyunca tıpkı Thomas gibi Lindamood Bell’e giderdim.

Yıllar boyunca kelimeleri ezberleyerek süreci atlattım. Ezberleme süreci kelime kutularıyla başladı. Her gece pratik yapar, kelimelere bakıp söyleyebildiğim en hızlı şekilde söylerdim. Bu yolla yüzlerce, hatta belki binlerce kelime ezberledim. Tanıdık olmayan kelimeleri ise asla okuyamazdım. Ve hala da okuyamıyorum. Bilmediğim bir kelimeye denk geldiğim zaman, donakalırdım. Bu kartlarda denk gelemeyeceğim bir soyisim veya sokak ismi olurdu. Harfleri gruplar haline getirmek, bu grupları seslerle bağlamak ve sonunda, bu sesleri bir araya getirmek benim için çok yoğun bir odaklanma gerektiriyordu.

Disleksiyi kendi kendime aşamayacağımı anladığım günden beri, onunla, onun etrafında çalışmayı öğrendim. Her zaman oralarda bir yerlerdeydi, ama nadiren düşüncelerimin odak noktasındaydı. Bu durum kolej sürecinde ve okuldan mezun olana dek böyleydi, ama bir eğitim muhabiri olduğum zaman işler değişti.

İlköğretim okullarına dönüp, aile ve öğretmenlerle görüştüğümde disleksi beklemediğim biçimlerde ortaya çıkıyordu. Öğrencilerinin sorunları ve dayanma güçleri test edilmiş aileler dolaısıyla şaşırmış öğretmenler gördüm.

Disleksi bu denli yaygın durumda ki aileleri ve okulları harekete geçmeye zorluyor. Ama disleksi henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil. Basit sorulara dahi öyle kolayca cevap verilemiyor.

Dünya üzerinde kaç insan dislektiktir? Evet, bu çetrefilli bir soru. Oranlar değişiklik gösteriyor. Çünkü hangi ülkede yaşadığınıza, hangi dili konuştuğunuza bağlı olarak değişebilir. (İngilizce konuşanlarda dislektik oranı İtalyanca konuşanlardan fazla olabilir.) Ayrıca dislektik olanların bir kısmı resmi bir tanı almamıştır. Ancak araştırmalar Amerika’daki dislektik oranının nüfusun %5’i ile %17’si arasında değiştiğini göstermektedir.

Birçok insan disleksinin harfleri farklı bir düzende görmek (b’yi d görmek gibi.) olduğunu düşünür. Bu doğru değildir. Araştırmacılar, uzmanlar ve dislektik bireyler bu gibi yaygın yanlış anlamaları reddederler.

Disleksi insanların düşündüğü gibi bir şey değilse, nedir?

Chicago’da bir kameraman olan ve disleksinin günlük yaşamının bir parçası olduğunu söyleyen Jonathan Gohrband; “Aslında disleksi yabancı bir kelimeye bakmaktır.” diyor.

Gohrband, okurken, yabancı bir kelime karşısında sıklıkla gözlerinin “sendelediğini” söylüyor. Söylediğine göre onun en iyi çözümü, kız arkadaşına dönüp, “Bu kelime nedir?” diye sormak, neredeyse her seferinde aynı cevabı alıyor: “Tabii ki, olduğu şeydir.”

Jonahhan Gohrband’ın kelime haznesinde herhangi bir problem yok, ya da 9 yaşındaki Thomas Lester’in kelime haznesinde. Onlar “galloping” kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorlar. Ve konuşulan İngilizcede 20 farklı yolla bu kelimeyi kullanabilirler, onlar yalnızca kelimeyi okuyamıyorlar.

Disleksinin “kelime körlüğü” olarak adlandırılmasının sebebi bu. Dislektik insanlar yazılı bir kelimeyi doğal bir şekilde işleyemiyorlar. Kelimeleri daha sonra bağlanıp seslere dönüşecek olan küçük birimlere kolayca ayıramıyorlar.

Bu durum okumayı zahmetli -hatta fazlasıyla yoran- bir süreç haline getiriyor. Yazmayı da. Gohrband önceki patronuna heceleme hataları içeren mailler attıktan sonra işten atıldığını anımsıyor.

Hey! Evet, biliyorum haftasonuydu, ama sarhoşkan e-mail yollama.” Gohrband, eski patronunun söylediğini tekrarlıyor. Elbette ki o, tam anlamıyla ayıktı, ve yalnızca dislektikti. Şimdiyse taslağını hazırladığı e-maillerin yazım yanlışlarını düzenlemek için saatler harcayabiliyor. “Bu çok zaman alıcı ve yorucu.” diyor.

Tüketen, bitiren, zahmetli, yorucu… Burada duygusal bir ölçü de var. Gohrband, henüz bir çocukken bozuk olmadığını hayal ettiğini anımsıyor. İnsanlara bunu söylemekten kaçınıyor: “Eğer dislektik olduğunuzu bilirlerse aptal olduğunuzu düşünürler.”

Yine de, “Utancı yoksaydığında, bir dönüm noktası gelir..” diyor. Onun için bu, kameramanlığa başladığı zaman. Gohrband orada yeteneklerini diğerlerine gösterebileceği, kendini kolayca ifade edebileceği bir dil keşfetti.

Şimdi kendine daha fazla güvendiğini söylüyor.

Ve zamanla, içinde gizli olan mücadelelerin faydalarını keşfettiğini söylüyor. Dislektik olması sebebiyle rahat olduğu bölgenin dışına itilmiş olmasının onu daha yaratıcı ve daha az yargılayıcı yaptığını düşünüyor.

Bunu bizzat ben de hissettim ve pek çok insanla konuşurken de şunu defalarca kez duydum: Bir şeyler zor geldiğinde, yeni şeyler denemeyi öğren ve onların üzerinde çok çalış.