Elektronik Kitap Okuyucular Disleksi ile Mücadelede Etkili Olabilir mi?

Fotoğraf: OpenDyslexic Facebook Sayfası

Elektronik Kitap Okuyucular Disleksi ile Mücadelede Etkili Olabilir mi?

Kitaplara ya da diğer yazılı materyallere dijital ortamlardan erişmek ve okumak düşüncesi uzun süredir insanların yaptığı bir şey olsa da, 1997 yılında geliştirilmiş olan e-ink teknolojisiyle başka bir hal aldı. Yazılı materyalleri bilgisayarımızın ekranından veya cep telefonumuzdan okumanın gözlerimizde pek de hoş bir etki yaratmadığını hepimiz farketmişizdir. E-ink teknolojisi tam da bu ihtiyaca cevap vermek için tasarlanmış, düşük güç tüketimli, güneş ışığı altında yansıma yapmaksızın kolayca okunabilen ekranlardır. Geliştirildiği günden bu güne çokça mesafe kat eden e-ink teknolojisi e-kitap devrimine öncülük ediyor ve bugün kitapseverlerin vazgeçilmezi olma yolunda ilerliyor. Öyle ki, Amazon ürettiği Kindle e-kitap okuyucular için “Kağıttan sonra en önemli icat.” gibi bir slogan kullanmıştı.

Elektronik kitap okuma deneyimi üzerine elbette çok şey söylenebilir. Ancak biz bu yazıda elektronik kitap deneyimine bir başka açıdan bakacağız. Bildiğimiz üzere disleksi; en kısa tabiriyle özgül öğrenme güçlüğü kapsamında değerlendirilen bir okuma güçlüğüdür. Disleksik bireyler normal veya normal üstü zekaya sahip olmalarına rağmen yavaş veya birçok kelimeyi yanlış seslendiren bir okuma becerisine sahip olabilirler. Peki ya elektronik kitap okuyucuların disleksik bireylerin okuma deneyimlerine ne gibi bir etkisi olabilir? Elektronik kitap okuyucular (Amazon Kindle, Kobo, Calibro vs.) epub (=veya mobi) olarak ifade edilen bir dosya formatı kullanırlar. Bu format değiştirilemez pdf formatının aksine elektronik kitap okuyucu üzerinden font, yazı puntosu, satır arası boşlukların kolayca değiştirilmesini sağlar. Tüm bunların yanı sıra birçok elektronik kitap okuyucu içerisinde bir sözlük yüklü olarak gelir, anlamı bilinmeyen sözcük işaretlendiği zaman açılır bir pencerede sözcüğün anlamı görüntülenebilir. Bu özellikle yabancı dilde yapılan okumalarda oldukça kullanışlı ve okuma deneyimini olumlu yönde etkileyen bir faktördür.

Daniel Britton’un disleksi farkındalığı yaratmak için tasarladığı font.

Disleksik bireylerin yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek veya sorunlara çözümler bulmak amacıyla birçok elektronik girişim oldu. Disleksik bir tasarımcı olan Daniel Britton, disleksi farkındalığı yaratmak ve disleksik bireylerin okurken nasıl hissettiğini anlatmak için harflerin formlarını eksilterek disleksik olmayan bireylerce okunması zor bir font elde etti. Bu girişimin tersi yönde disleksik bireylerin okuma deneyimini geliştirmek için bir başka font girişimi daha var. OpenDsylexic ekibi her biri farklı formda, daha geniş aralıklı bir font tasarladı.

Elektronik kitap okuyucularda font değişiminin disleksik bireylere nasil bir etkisi var?

Bir e-kitap okuyucu üzerinde, Brookerly fontu.
Aynı bölümün OpenDyslexic fontu ile görünümü.

Son zamanlarda piyasaya sürülmüş olan birçok elektronik kitap okuyucu OpenDyslexic isimli bir font içerir. Bu font disleksik bireylerin okumalarını zorlaştıran kimi durumları önlemek için tasarlanmış benzersiz harf formlarına sahip bir yazı fontudur. Elektronik kitap okuyucuya yüklenen her kitap bu fontla okunabilir. Disleksik bir birey olan ve Adult Dyslexia Organisation topluluk üyesi olan Ian Hurst yazısında bu yazı fontuna birkaç bölümde alıştığını ve onsuz bir e-kitap deneyimi hayal edemeyeceğini söylüyor.

Her ne kadar disleksik bireylerin söylemlerinden OpenDyslexic fontunun disleksik bireylerin okuma deneyimini iyileştirdiği sonucuna varsak da bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışmaya rastlayamıyoruz. 2010 yılında Hollanda’da (University of Twente) yapılan bir araştırmada yine disleksik bireyler için tasarlanmış bir başka font olan Dyslexie isimli fontun okuma deneyimine etkisi 21 disleksik bireyin katılımıyla deneysel bir çalışma ile araştırılmış. Ancak araştırmanın sonuçlarında Dyslexie fontu ile Arial fontu arasında anlamlı bir farka rastlanmamış.

Yapılmış olan bu araştırma sonucuna dayanarak fontun işlevsiz olduğunu söylemek elbette ki güç. Araştırmada belirtildiği üzere, deney üniversite öğrencileri üzerinde yürütülmüş. Eğitim düzeyi yükseldikçe disleksik bireylerin daha iyi okuma becerileri geliştirildiğini gösteren birçok araştırma sonucuna istinaden, bahse konu araştırma ile daha küçük yaştaki disleksik bireylerin font-okuma hızı/doğruluğu konusunda yorum yapmak mümkün değil. Bunun yanı bireylerin Dyslexie fontu ile bir ön çalışma yaptıktan sonra okuma deneyimlerine nasıl bir etkisi olduğu konusunda da bilimsel verilere sahip değiliz. Bu konunun bilimsel verilerle desteklenmeye ihtiyacı var.

 

 

Üstün Yeteneklilerin Yaşadığı Sosyal Duygusal Sorunlar

Üstün yetenek nedir?

Üstün yetenek kavramı için alanyazınında birçok tanım olmakla birlikte alanda çalışan bir uzman tarafından tanılanmış, genel zihinsel yetenek, özel akademik yetenek, liderlik, yaratıcı düşünce, görsel sanatlar ve psikomotor yeteneklerin bir veya birkaçında yüksek düzeyde performans gösterme olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanım konunun genişliği sebebiyle birçok yönden eksiktir.

Üstün yeteneğin tanılanması

Üstün yeteneğin tanılanmasında ilk adım Alfred Binet ve Simon Theodore tarafından geliştirilmiş olan Stanford-Binet Zeka Testidir. Ancak 1980 sonrası kabul gören yaklaşım yalnızca Stanford Binet veya WISC-R gibi testlerin üstün yeteneği tanımada yetersiz olduğu yönündedir. Zekayı tek bir nicel ifadeye dönüştürme düşüncesine dayanan zeka yaklaşımlarında bireyin çok yönlülüğü yok sayılmaktadır, bu sebeple üstün yeteneğin tanılanmasında güvenirlik ve geçerliliğin artırılması için birçok veri kaynağı kullanılan yaklaşımlar gününmüzde geçerliliğini korumaktadır. 2.1 versiyonu 2012 yılında yayınlanmış güncel bir yaklaşım olan CHC Zeka Kuramı genel zekayı akıl yürütme, kısa süreli-uzun süreli bellek, görsel işlemleme, işitsel işlemleme, okuma yazma becerisi gibi birçok alt alanın bileşimi olarak görmektedir.

Ülkemizde ise ortaöğretim düzeyindeki üstün zekalılara hizmet vermekte olan Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Lisesi’nde üstün yetenekli çocukların tanılanması üç aşamada tamamlanmaktadır. Öğrenciler öncelikle Progresif Matrisler Grup Testi uygulamasına alınmakta, daha sonra WISC-R Zeka Ölçeği ile değerlendirilmekte ve daha sonra öğrencilerin 1 haftalık süreyle fen bilimleri, matematik, resim, müzik, dil gibi alanlarda performansları değerlendirilmektedir.

Üstün yetenekli bireyi anlamak

Üstün yetenekli bireylerin anlaşılması, kaliteli bir yaşam sürmeleri, kendi performanslarını ortaya koyabilmeleri hem toplumsal ilerleme açısından hem de bireyin psikolojik sağlığı açısından önem taşır. Bu bireylerin gerekli eğitim ortamları sağlandığı zaman topluma kattıkları göz önünde bulundurulduğu zaman, bu bireylere gerekli eğitim ortamlarının sağlanması, üstün yetenek kaynaklı yaşayabilecekleri sosyal sorunların çözümlenmesinin toplumsal bir sorun olduğu görülür.

Üstün yetenekli bireyin gereksinimleri ve karşılanmasında eğitimciye düşenler

Amerikan Üstün Yetenekli Çocuklar Birliği’nin yapmış olduğu bir araştırmaya göre üstün yetenekli çocukların sosyal-duygusal anlamda ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için çeşitli akademik ihtiyaçlarının karşılanmasının önemi vurgulanmıştır. Bu çalışmada üstün yetenekli bireyin ihtiyaçları şöyle sıralanmıştır;

  • Benzer ilgi ve yeteneklere sahip bireylerle aynı ortamda bulunma ve çalışma.
  • İçinde bulunduğu sınıfta makul miktarda akademik zorlanma
  • Müfredatı kişisel özelliklerine göre esnetebilme.

Çalışmada belirtildiği üzre, üstün yetenekli bireylerin potansiyellerini ortaya koyabilmek için akademik ortamın şekillendirilmesi noktasında eğitimcilere büyük görevler düşmektedir. Olumlu bir öğrenme ortamı, üstün yetenekli bireyin potansiyellerini ortaya çıkarmasını sağlayabileceği gibi, bireyin olumlu sosyal-duygusal ilişkiler kurmasını da sağlayacaktır.

 

A Brilliant Young Mind Filmi Ve Üstün Yeteneklilerin Yaşadığı Sorunlar

Hiç bir matematikselliği olmayan doğayla iletişim kuramam, bu çok zor. Çünkü ben pek konuşmam, insanlar ya söyleyecek bir şeyimin olmadığını ya da salak olduğumu düşünürler. Bu doğru değil. Söyleyecek çok şeyim var. Sadece korkuyorum.”

Yukarıdaki satırlar A Young Brilliant Mind filminin başlangıcında karakter Nathan Ellis’in söyledikleri. Üstün yetenekli bireylerin yaşadıkları sosyal sorunların anlaşılması açısından oldukça değerli noktalar içeriyor.

Üstün yetenekli bireylerin yaşadığı sosyal sorunlar

Üstün yetenekli olarak tanımladığımız bireyler gerek akademik ihtiyaçlar yönünden gerekse sosyal-duygusal ihtiyaçlar yönünden yaşıtlarına göre farklılıklar gösterebilirler. Bu durum bireylere yaklaşımların şekillendirilmesi konusunda ciddi önem taşır.

Üstün yetenekli bireylerin ihtiyaçlarının farklılık göstermesinde bireyin bireysel özelliklerinin etkisi olduğu kadar toplumsal etkilerin de olduğu kesindir. Bireyin ihtiyaçlarının farklılaşmasında en önemli etkenlerden birisi; eş zamanlı olmayan (asynchronous development) gelişimdir. Yani üstün yetenekli birey belirli bir gelişim alanında üst düzey performans gösterirken, diğer gelişim alanlarında yaşıtlarıyla eşit ya da daha düşük performans gösteriyor olabilir. Bireylerin yaşamlarında yer eden bu eş zamanlı olmayan gelişim örüntüleri onların sosyal-duygusal anlamda daha hassas olmalarına sebep olur.

Toplumsal anlamda genel olarak yaygın görüş üstün yetenekli bireylerin, tüm gelişim alanlarında üst düzey performans sergileyecekleri yönündedir. Eş zamanlı olmayan gelişim göz önünde bulundurulduğu zaman bu bakış açısı birey açısından oldukça yaralayıcı olabilmektedir.

Üstün Yeteneklilerin Yaşadıkları Sorunlara Genel Bir Bakış: Toplumsal Baskı – Benlik Algısı – Mükemmelliyetçilik

– Kazanamazsan da sorun değil.

– Tabii ki sorun.”

A Young Brilliant Mind

Üstün yetenekli bireylere öğretmenlik yapan kişiler ve üstün yetenekli bireylerin ebeveynleri, bu çocukları sıklıkla “mükemmelliyetçi” olarak tanımlama eğilimindedirler. Toplumsal olarak onlardan beklenen şey sıkça en iyi performansı göstermeleridir. Hatta en iyi performansı göstermeleri “olağan” bir durum olarak görüldüğü için, üstün yetenekli birey için bu olağanlığın dışına taşmak, oldukça büyük bir stres kaynağı olabilir. Toplumsal beklentiyi karşılamaya çalışan birey, mükemmelliyetçiliğe, oradan da yoğun strese sürüklenmektedir. Bu yoğun stres sonucu istenilen veya beklenen performansı gösteremeyen birey kendini bu kısır döngünün en başında yeniden bulmaktadır. Veya üstün yetenekli bireylerin mükemmelliyetçiliğe bağlı olarak çevrelerindeki diğer bireylere karşı yüksek bir beklenti içerisine girmeleri, ve bu beklentilerini karşılayamıyor olmaları onların yalnız kalmalarına, çevrelerindeki insanlar tarafından “kendini beğenmiş” gibi tanımlanmalarına ve bireyin yoğun bir sosyal izolasyon yaşamasına-yalnız kalmasına sebep olabilir.

Bu bireyler sorun çözme konusunda genellikle akranlarından daha iyi becerilere sahip olsalar da, ihtiyaçları karşılanmadığında, veya yoğun bir baskı altında olduklarında bu problemlerle mücadele etmekte güçlük çekebilirler. Bu sebeple, öncelikle bireylerin akademik ihtiyaçlarının karşılanması ve birey hakkında gerçekçi beklentiler içerisinde olunması, her koşulda duygusal olarak onun yanında olunacağının hissettirilmesi önemlidir.

Eğer üstün yetenekliysen tuhaf olmakta sorun yoktur. Eğer değilsen sadece tuhaflığı kalıyor.”

Yaşanan bu yoğun stres ve toplumsal baskı bireyin benlik algısını da etkileyebilmektedir. Toplumsal beklentiyi karşılayamayan üstün yetenekli birey gerçek performansını ortaya koyamayacağı gibi, kendini “işe yaramaz” ya da “yeteneksiz” olarak algılayabilmektedir.

Tüm bu bahsedilenler sonucunda üstün yetenekli bireylerde stresin önemli bir sorun olduğu sonucuna ulaşılabilir. Yurt dışında yapılmış birçok araştırmada üstün yetenekli bireylerin stres düzeylerinin akranlarına yakın düzeyde olduğu görülmüştür. Ancak ülkemizde yapılmış bir araştırma üstün yetenekli Türk ergenlerin depresyon düzeylerinin akranlarından daha üst düzeyde olduğunu göstermiştir. Depresyon sıklığının fazla olmasında ülkemize ait kimi kültürel değerler, toplumsal anlamda üstün yetenekli bireylere dair beklentiler, aile tutumları, veya bu bireylerin akademik-toplumsal-duygusal ihtiyaçlarının karşılanamıyor olmasını gibi durumların etkisi olabilir.

Sonuç

Senin çalışmalarında çok nadir bir güzellik var, Nathan. Öngörülemez ve tutarsız birisisin ve bu beni endişelendiriyor. Madalya kazanmak istiyorsan odaklanman gerek.”

Sonuç olarak üstün yetenekli bireyler birçok yönden akranlarından farklılık gösterirler. Bu sebeple örgün eğitim ortamlarında, akademik beklentilerinin hem öğretmen hem de merkezi eğitim kurumu tarafından karşılanması önem taşır. Bu sebeple üstün yetenekli bireylerin eğitim programlarının akademik beklentilerini karşılayacak ölçüde şekillendirebilmeleri, veya öğretmene bu programı esnetebilecek özgürlük alanının sağlanması önem taşımaktadır.

Üstün yetenekli bireylerin yaşadığı sosyal sorunlar göz önünde bulundurulduğunda (özellikle üstün yetenekli Türk ergenlerin depresyon düzeylerinin yüksek olması) sorunun kaynağında toplumsal kökenlerin olduğu görülmektedir. Bu sebeple üstün yetenekli bireylerle çalışan öğretmenlerin, veya üstün yetenekli birey ebeveynlerinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmaları ve bireye uygun bir ortam sağlamaları yaşanabilecek sosyal-duygusal sorunları önleyici adımlar olarak görülmektedir.