Özel eğitimde internetten bilgilenmek

Wikipedia’daki “Disleksi” maddesi. Baştan ayağa yanlış, bilimsel olmayan verilerle dolu. Neyse ki, üstteki uyarılar dikkate alınacak cinsten.

Bilgiye erişim, bilginin doğruluğu, bilginin felsefesi neredeyse binyıllardır insanlığın kafasını meşgul ediyor. Antik filozoflar bilgi üzerine binlerce sayfa yazıyorlar, dev kütüphaneler kuruluyor, bilimin ışığı insana kütüphaneler aracılığıyla aktarılıyor. Bilimsel felsefe, bilimsel bilginin sınırlarını çiziyor, ve nihayet güven duyabileceğimiz bir bilginin niteliksel tanımını yakalıyoruz. Ancak aradan geçen binlerce yıl sonra bambaşka bir sorunla karşı karşıyayız: İnternetten eriştiğimiz bilgi ne kadar doğru? Ya da internetten doğru bilgiye nasıl ulaşabiliriz?

İnternet kaynağa erişim konusunda tartışmasız başat bir kullanım alanı olsa da yanlış şekilde kullanıldığı zaman ciddi sorunlar oluşturabiliyor. Özellikle lisans düzeyinde bilgiye erişim konusu ciddi bir tartışma halinde. Ben de dahil olmak üzere 12 yıllık temel eğitim sürecinden geçmiş lisans öğrencileri akademik bilgiye nasıl erişeceklerini, bilimsel etik dahilinde nasıl kaynak verilmesi gerektiğini, ortaya bilimsel kriterler dahilinde nasıl bir yazılı ürün çıkarılacağını bilmiyor.

Türk eğitim sisteminde, son zamanlarda öğrencilere doğru bilgi vermeyi, bilimsel bilgi ile hurafeyi birbirinden ayırmayı, Wikipedia’yı tek kaynak haline getirmemeyi öğretmeyi tartışıyoruz ancak bu konunun uygulamada ne derece geçerli bir karşılığının olduğu noktası ne yazık ki tartışmalı.  İnterneti neredeyse hepimiz oldukça aktif halde kullanıyoruz ancak bilimsel konularda kavram kargaşaları, yanlış veya eksik bilgiler öncelikle internetten zihinlerimize, oradan toplumsal yanlış algılamalara dönüşüyor, ki bu oldukça korkunç bir durum.

İnternet medyası ve Özel Eğitim

Peki, bizim gazetelerdeki saçma sapan haber başlıklarının kökeni nedir? Ne olacak gazetecilerimizin zır cahil olması. Bunlar bilgilerini artık internetten devşirmektedirler. Celal Şengör – Aptalı Tanımak

Özel Eğitim alanında çeşitli araştırma yapan herkesin bildiği üzere, Türk internet medyası bu konuda oldukça fazla içerik üretiyor. Üretilen içeriğe pozitif yönden bakıp, farkındalığa işaret edebiliriz. Ancak durum pek de pozitif bakmaya müsait değil. Üretilen içeriğin çok büyük bir kısmı kimin yazdığı belli olmayan, bilimsel arkaplandan yoksun (hatta hurafe niteliğinde), magazinel, tek yöne odaklanan yazılar. Hatta disleksinin bitkisel tedavisini yaptığını söyleyen bir takım şarlatanlar -ki bunların Prof. etiketlisi dahi var- piyasada dolaşıyor.

Özel gereksinimli bireyler veya aileleri, gayet doğal bir şekilde durumu daha iyi algılamak için internette araştırma yapıyorlar. Bahsi geçen niteliksiz, bilimsel temelden yoksun yazılar ciddi bir bilgi kirliliği oluşturmanın yanı sıra, özel gereksinimli bireyler ve aileler üzerinde yıkıcı etkiler yaratabiliyor.

Ama bilimsel bir haber yapmaya kalkışan bir gazete, o konuda hangi uzmandan fikir alabileceğini, en azından böyle bir başlık atılmadan önce bir mütehassısa başvurulması gerektiğini bilmelidir. Ama bu, vasat da olsa bir tahsil ve uygar bir toplum geleneği gerektirir ki, Türkiye’de bunların ne biri ne de diğeri vardır. / Celal Şengör – Aptalı Tanımak

Otizm farkındalığı ve internet medyasının gücü

2 Nisan Otizm Farkındalık Günü’nde Boğaz Köprüsü.

Bilindiği üzere, Nisan ayı Birleşmiş Milletler tarafından Otizm Farkındalık ayı, 2 Nisan da Otizm Farkındalık Günü ilan edilmişti. Bu gün otizm hakkında toplumsal farkındalığı artırmakla kalmamış, Türkiye’de oldukça mavi görüntülere sahne olmuştu.

2 Nisan’da aşağıda görüldüğü üzere, “otizm” kelimesi milyonlarca kez aratılıyor. İnsanlar bu gün sayesinde otizm üzerinde bilgi sahibi oluyorlar. Bu toplumsal farkındalığın, toplumsal bir yanlış bilgilenmeye dönüşmemesi ise bizim elimizde.

Google’ın arama hacmi gösteren Trends’ten alınmış ekran görüntüsü. Son üç yıldaki üst düzey arama hacimleri 2 Nisan’ı gösteriyor.

Bize ne düşüyor?

Her ne kadar akademik alanda yapılan çalışmaların niteliğinden kuşku duymasak da bu akademik çalışmalara toplumsal anlamda erişim oldukça kısıtlı oluyor. Bu noktada alanda çalışan, veya bu konuda eğitim gören kişilere, akademisyenlere bu bilgi kirliliğinin önlenmesi açısından ciddi sorumluluklar düşüyor.

Web sitelerinde, bloglarda, gazetelerde bilgilerimizi anlaşılır bir dille yazmak, veya alanımız hakkındaki yanlış anlaşılmaları (yalnızca sosyal medya üzerinde olsa dahi) düzeltmek, akademik verilerden şaşmamak soruna daha iyi bir yaklaşım olacak gibi görünüyor.